İstanbul Sözleşmesi, bireyleri şiddetten korumak için yazılmış bir sözleşmedir.
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir.
Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi tarafından desteklenen sözleşme, kadına yönelik şiddeti toplumsal cinsiyet temelinde ele alır ve bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık türü olarak belirler.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2009 yılında Opuz v. Türkiye kararı ile kadına yönelik şiddet konusunda Türkiye’nin adli ve idari makamlarının pasif ve ayrımcı bir tutum izlediğini tespit etmiştir. AB üyeliği sürecinde olan Türkiye için İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması (sözleşme İstanbul’da ilk kez imzaya açılması) Türkiye’nin çizdiği bu “ayrımcı ve pasif” imajının silinmesi isteğini gösteren önemli bir mesaj olmuştur. Türkiye’nin bu sözleşmeden çekilmesi, kadın ve LGBTİ+ cinayetlerinde ayrımcı ve pasif tutumunu dönüştürmekten ve AB üyeliği sürecinden vazgeçtiğine dair bir mesaj olarak rahatlıkla okunabilir.
Şiddet ve ayrımcılık bireysel sorunlar değildir. Toplum içinde öğrenilir ve eşitsizlikten beslenir.
Bu yüzden şiddetin önlenmesi için öncelikle toplumun genelindeki eşitsizliği ve ayrımcılığı üreten/ savunan zihniyeti dönüştürmek gerekir. Bu zihniyet dönüşümü için en büyük sorumluluk ellerinde kaynaklar bulunan devletlere düşmektedir. Devletler eşitsizliğin ve ayrımcı zihniyetin dönüşmesi için istek ve irade göstermezlerse, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, uluslararası sözleşmeler ve ülkelerin kendi yasaları kağıt üzerinde kalır, uygulanmaz.
İstanbul Sözleşmesi; ülkelerin bu iradeyi göstereceğini işaret eden somut ve bağlayıcı taahhütler içerir. Bu taahhütler bağımsız bir uluslararası uzman grubu olan GREVIO tarafından izlenir. Kendi kanunlarının üzerinde bir bağlayıcılığı olan uluslararası sözleşmeleri uygulamayan devletler, kendi verdikleri taahhütlere uymamanın hesabını vermeyi ve denetlenmeyi reddediyorsa, kendi kanunlarını hiç uygulamaz. Sözleşmeden çekilen devletler elbetteki bu mesajı net bir şekilde vermektedir.
Devlet “bize uygun değil” diyerek, şiddetin normalleşmesini önleyen bu sözleşmeden çıkarak kendi uyguladığı kadına yönelik şiddetin, cinsel şiddetin, ekonomik şiddetin de normalleşmesini, görünmezleşmesini, toplumun şiddete alışmasını amaçlamaktadır.
(Fotoğraf: Dilara Açıkgöz csgorselarsiv.org)
İstanbul Sözleşmesi’nin 5 temel ilkesi:
- Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi
- Şiddet mağdurlarının korunması
- Suçların kovuşturulması
- Suçluların cezalandırılması
- Kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir.
İstanbul Sözleşmesi kimi korur?
İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet temelli şiddete maruz bırakılan ve özellikle şiddet görme riski çok yüksek olan kırılgan/dezavantajlı grupları korumak üzere hazırlanmıştır. Örneğin kadınların ve transların yüksek oranda öldürülmesi kadınların ve trans kadınların yüksek şiddet riski altında olduğunu bize gösterir. Çocukların yüksek oranda evlendirilmesi ve cinsel istismara maruz bırakılmaları yine onları kırılgan grup olarak niteler. LGBTİ+ların (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, intersex) hedef gösterilmeleri, maruz bırakıldıkları ayrımcılığın anayasada tanımlanmaması, varlıklarının ve haklarının yok sayılması onları yüksek şiddet riski altında bırakmaktadır. Keza engelliler ve mülteciler de kırılgan gruplardır. Bir kişi hem kadın, hem mülteci, hem de eşcinsel olabilir. Böylesi durumlarda kişi daha fazla şiddet ve hak ihlaline maruz bırakılabilir.
(Fotoğraf: Evin Arslan csgorselarsiv.org)
Toplumsal cinsiyet temelli şiddete maruz bırakılmak ne demektir?
Gerekçesi aranmaksızın, bir kişi sadece cinsiyeti, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi sebebiyle şiddete ve ayrımcılığa maruz bırakılırsa bu, toplumsal cinsiyet temelli şiddettir. Türkiye’de kadınlar ve LGBTİ+lar en temel olarak onlara dayatılan kimlik ve rolleri kabul etmedikleri; istemedikleri erkeklerle birlikte olmayı reddettikleri, heteroseksüel rolü oynayarak gizlenmedikleri ve boşanma, şiddet görmeme, sevdiği kişiyle gizlenmeden birlikte olma, çalışma, sağlık haklarından faydalanma vb. haklarını kullanmayı tercih ettikleri için şiddet görmektedir.
Toplumsal cinsiyet kavramları hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
İstanbul Sözleşmesi cinsel şiddeti nasıl önler?
- İstanbul Sözleşmesi; kadına karşı şiddetin ve ev içi şiddetin toplumsal cinsiyet temelli bir şiddet olduğunu kabul eder; şiddete maruz bırakılanların insan haklarına odaklanır.
- Şiddete maruz bırakılan ve toplumsal hiyerarşinin kırılgan/dezavantajlı gruplarındaki öznelerin ve kadının beyanını esas alır.
- Sözleşmeye taraf olan devletler, cinsel şiddetten hayatta kalanları koruyan ve destekleyen, aynı zamanda cinsel şiddeti önleyen somut tedbirler alacaklarını taahhüt etmiş olur.
- Sözleşmeye taraf olan devletler kadına karşı şiddete bahane üretmeyeceklerini, trans olan ve olmayan kadınlara yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet temelli olduğunu ve insan hakları ihlali olduğunu kabul etmiş olur.
- Taraf devletler cinsel şiddetten hayatta kalanlar için tecavüz kriz merkezi, cinsel şiddet kriz merkezi gibi cinsel şiddet konusunda tek kapıdan, uzmanlaşmış destek hizmeti sağlamayı taahhüt eder.
Örn: Türkiye’de cinsel şiddete maruz bırakılanlar, haklarına ulaşabilmek için çok fazla kurumu gezmek ve uzmanlığı olmayan kişilerle görüşmek zorunda kalmaktadır. İstanbul Sözleşmesi, şiddete maruz bırakılanların ikincil travmalar yaşamasını önlemeyi amaçlar. Bunun için destek hizmetleri verilirken tek kapı sistemi gibi yapısal mekanizmaları hayata sokar, devlete tecavüz kriz merkezleri, cinsel şiddet sevk merkezleri oluşturmasını söyler. - İstanbul Sözleşmesi’ne imzacı olan devletler; şiddete maruz bırakılanların ihtiyaçlarına göre çeşitli koruma ve destek sistemlerinin sağlanması, şiddete maruz bırakılan çocuk dahil spesifik ihtiyaçlarına dönük hizmetlerin sağlanmasını temin eder.
Buna göre imzacı devletler; cinsel şiddete maruz bırakılanları korumak üzere gerekli kısa ve uzun dönemli uzman destek sistemi hizmetleri ve tedbirler; tanıkları da içeren koruma, yasal ve psikolojik danışmanlık hizmetleri, finansal yardım, konut sağlama, eğitim, öğretim ve iş bulma yardımları sağlamakla yükümlüdür. - İmzacı devletler, tedbirler ve uygulamalar sürecinde yargı, yerel yönetimler, STK’lar ve tüm kurum ve kuruluşlarla işbirliği içinde mekanizmaların işlerliği sağlar.
(Fotoğraf: Serra Akcan csgorselarsiv.org)
İstanbul Sözleşmesi’nde devletlere düşen görevler nelerdir?
İstanbul Sözleşmesi, devletlere şiddetle mücadeleyi ciddiye aldığını göstermesi gereken kriterler tanımlar.
İstanbul Sözleşmesi’ni İmzalayan Devletlerin Yapması Gerekenler
- Devletler şiddeti önlemeleri için bütüncül bir yaklaşım ve politika geliştirmelidir. Şiddeti eşitlik mekanizmalarını kurarak önler.
- Devlet failleri cezalandırır, ceza oranlarını araştırır ve cezasızlığı önler.
- Şiddete maruz bırakılanlara şikayet veya dava açmalarından bağımsız olarak ihtiyaçları olan hizmetleri sunar.
- Şiddete maruz bırakılanlara hizmet verecek kadroları (kolluk kuvvetleri, sağlık çalışanları, adli yardım sağlayanlar, sığınakta hizmet veren görevliler) eğitir. İkincil travmaların önüne geçer.
- Devlet şiddete maruz bırakılanların güçlendirilmesi ve ekonomik bağımsızlıklarını sağlamayı amaçlar.
- Devlet düzenli veri toplamak, şiddetin yaygınlığını soruşturmak, konu hakkında yapılan araştırmaları desteklemek ve bu bilgilerin kamuoyuna açık olmasını sağlamakla yükümlüdür.
- 7/24 çalışan ücretsiz telefon hatlarının oluşturulması için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alır.
- Şiddete maruz bırakılanlar için güvenle kalabilecekleri sığınak hizmeti sunar.
- Cinsel şiddetten hayatta kalanlar için ise uzmanların bulunduğu, tek kapı hizmeti veren Tecavüz Kriz Merkezlerini açmakla yükümlüdür.
- Şiddete maruz bırakılanın haklarını merkeze alır; şiddeti önleyebilecek ulusal ve uluslararası tüm kurum ve ilgilileri müdahil eder.
Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi etkin uygulanmadı!
Devlet ne yazık ki bu maddelerde belirtilen görevleri yerine getirmiyor.
- Henüz kamuoyu ile paylaşılmış bir şiddet verisi bulunmuyor.
- Türkiyede sayısı 298 olması gereken Tecavüz Kriz Merkezleri ve Cinsel Saldırı Sevk Merkezlerinin sayısı “0” . Avrupa Konseyi minimum standartlarına göre Türkiye’de olması gereken minimum Tecavüz Krizi Merkezi sayısı ise Türkiye genelinde 199, İstanbul genelinde ise 37’dir.
- Türkiye’de var olan sığınma evlerinin sayısı olması gerekenin 3’te 1’i oranında yetersiz kalıyor.
- Var olan sığınakların olanakları kısıtlı.
- Sığınaklar transları, HIV+’ları ve 12 yaşından büyük oğlan çocuğu olanları kapsamıyor.
- Pandemi nedeniyle şiddet gören kadınlar sığınma evlerine alınmadı.
- Kolluk kuvvetleri koruma kararları, 6284 nolu yasanın uygulanması, başvuranların bilgilendirilmesi gibi konularda yeterince bilgili değil ve keyfi uygulamalar söz konusu.
- Savcılar etkin bir soruşturma yürütmüyor, yürürlükte olan kanunların bile uygulanması konusunda aksaklıklar var. Kolluk tarafından hazırlanan adli dosyaların ulaştırıldığı yetkili ya da nöbetçi savcılar, etkin bir soruşturma yürütmüyorlar ve yürürlükteki kanunların bile uygulama karşılığı bulmakta zorlanılıyor.
- İnfaz yasası ile salıverilen failler döndükleri evlerde şiddet uyguladılar. Kadınları ve çocukları öldürmeye devam ettiler.
Bu nedenle devlet İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamalıdır!
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı diğer içeriklere buradan ulaşabilirsiniz:
İstanbul Sözleşmesi Nedir?
İstanbul Sözleşmesi
Avrupa Konseyi Minimum Standartlarına Göre Türkiye’de Olması Gereken Minimum Merkez Sayıları