Fethiye Davası, kamuoyunda yaygın kullanımıyla “Fethiye’deki Toplu Tecavüz Davası” olarak da bilinen ve Türkiyeli kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin hak mücadelesinde mihenk taşına dönüşen bir dava.
2007 yılında Muğla’nın Fethiye ilçesinde, bir kadının sekiz erkeğin kendisine cinsel saldırıda bulunduğu beyanı üzerine açılan dava, Türkiye’de cinsel şiddetle mücadelede önemli bir örnek teşkil ediyor.
Kronoloji
1. Başlangıç (2007): Fethiye ilçesinde, 2007 yılında bir kadının sekiz kişi tarafından cinsel saldırıya uğradığı beyanı üzerine dava açıldı. Kadın, olay sonrası yaşadığı travma ve ilaçların etkisiyle saldırıyı unutmuş; ancak bir telefon görüşmesiyle yaşadıklarını tekrar hatırlamıştır.
2. İlk Soruşturma ve Takipsizlik Kararı (2008): Hayatta kalan kadının şikâyeti sonrası Fethiye Savcılığı tarafından soruşturma başlatılsa da yeterli delillerin toplanmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verilmiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun (ATK), hayatta kalan kadına verdiği “travma sonrası stres bozukluğu” raporuna rağmen dosya kapatılmıştır.
3. Kadın Örgütlerinin Müdahalesi ve Davanın Yeniden Açılması (2010): Kadın örgütleri ve avukatların yoğun çabasıyla birlikte Adalet Bakanlığı’na yapılan başvuru sonucunda 2010 yılında dava tekrar açılmıştır. Türkiye’nin birçok kentinden kadın ve LGBTİ+ örgütleri davayı desteklemek için bir araya gelmiştir. Ancak yine de mahkeme, Mor Çatı, Kadın Dayanışma Vakfı, Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) ve Amargi ile kadınların tek tek müdahillik başvurularını kabul etmemiştir.
4. İlk Duruşma ve Sanıkların Tanık Olarak Dinlenmesi (Ocak 2011): Davanın ilk duruşması Fethiye Adliyesi’nde görülmüş; ancak sanıklar tanık sıfatıyla çağrılmıştır. Cinsel saldırı sanıklarının, sanık sandalyesine kadın örgütlerinin baskısıyla oturabilmesi kamuoyunda tepkilere neden olmuştur.
5. Kadın Dayanışması ve Kamuoyu Oluşturulması: Dava süreci boyunca kadın ve LGBTİ+ örgütleri, mahkeme önünde ve ülke genelinde eylemler yaparak davanın kamuoyunda gündemde kalmasını sağlamış, “Erkek adalet değil, gerçek adalet” sloganları ile adalet talebinde bulunmuşlardır.
6. Beraat Kararı ve Yargıtay Süreci (Nisan 2012): Yaklaşık bir buçuk yıllık yargılama sürecinden sonra yerel mahkeme, sekiz sanığın beraatine karar vermiştir. Yargıtay’a yapılan başvuruda ise beraat kararı onanmıştır.
7. Anayasa Mahkemesi Başvurusu (2016): Yargıtay’ın beraat kararını onamasından sonra Anayasa Mahkemesi’ne (AYM), hayatta kalan kadın tarafından bireysel başvuru yapılmıştır. AYM, 2021 yılında verdiği kararla devletin yeterli soruşturmayı yapmadığını ve hayatta kalanın haklarını ihlal ettiğini belirtmiştir.
8. Anayasa Mahkemesi Kararı ve Etkileri (2021): AYM, delillerin toplanmaması ve etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle mağdurun haklarının ihlal edildiğine karar vermiş, manevi tazminat talebini kabul etmiştir. Bu karar, benzer davalarda emsal niteliğinde kabul edilmiştir.
9. Davanın Sembol Haline Gelmesi: Fethiye Davası, kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin dayanışması ve kararlı mücadelesiyle Türkiye’de cinsel şiddete karşı verilen mücadelenin simgesi haline gelmiştir. Kadın dayanışması ile hukuki süreçte yaşanan aksaklıklar ve cezasızlık politikası kamuoyunda geniş yankı bulmuştur. Bu dava, etrafında birleşen hak savunucularının mücadelesiyle “Tecavüz Kriz Merkezleri”ni toplumun ve 2010’da meclisteki kadın milletvekillerinin gündemine taşıyan; cinsel saldırıya maruz bırakılan kadınların bir inisiyatif oluşturmasına önayak olan ve İstanbul başta olmak üzere diğer illerdeki feminist kurum ve kolektiflerin emekleriyle Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu’nun kurulmasına; ardından Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin hayata geçmesine zemin hazırlayan ilk ve en güçlü adımdır.
Haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve cezasızlığın da elle tutulur hale geldiği somut bir örnektir.
Fethiye Davası nedir?
Fotoğraf: Özge Özgüner
Fethiye Davası, kamuoyunda yaygın kullanımıyla “Fethiye’deki Toplu Tecavüz Davası” olarak da bilinen ve Türkiyeli kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin hak mücadelesinde mihenk taşına dönüşen bir dava.
2007 yılında Muğla’nın Fethiye ilçesinde, bir kadının sekiz erkeğin kendisine cinsel saldırıda bulunduğu beyanı üzerine açılan dava, Türkiye’de cinsel şiddetle mücadelede önemli bir örnek teşkil ediyor.
Dava, 2007’de hayatta kalan kadının, yaşadığı olayları zamanla hatırlaması ile başladı. Olaydan sekiz ay sonra Fethiye Adliyesi’nde başlayan davada, savcılık delilleri dahi toplamadı; fakat İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından verilen raporda “Mevzu geçen ırza geçme olayı nedeniyle travma sonrası stres bozukluğu adı verilen ağır nevroz hali tespit edilmiştir,” dendi. ATK’nin raporuna rağmen savcılık sanıklar hakkında takipsizlik kararı verdi.
2011 yılında görülen ilk duruşmada, yaşı 18’in altında olan iki sanık için dava açıldı, diğer altı kişi tanık olarak dinlendi. İlk duruşma sonrası, kadınların mücadelesi sayesinde davalar birleştirildi. Ancak, sanıklar, dönemin Muğla Baro Başkanı tarafından temsil edildiği için büyük tepki topladı. Duruşmalar boyunca hayatta kalan kadın, sanık muamelesi gördü.
Hayatta kalan kadının mücadelesi ve kadın örgütlerinin desteği, davayı politik ve hukuki açıdan örgütlemekte büyük rol oynadı. Nihayet 2010 yılının mart ayında kadının başvurusu kabul edildi ve dosya Yargıtay’a gönderildi. Savcılık bu kez sanıkların “saygınlığına” dayanarak görüş bildirdiği için davada kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Savcılık, sanıkların “saygınlığını” ise sanıklar içinde Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi ve öğretmenlerin de olmasına dayandırdı ve sanıkların “tecavüz gibi adi bir suçu işlemeyecekleri”ne kanaat getirdi.
Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi, hayatta kalan kadının avukatlarının yaptığı itiraz başvurusunu hiçbir gerekçe göstermeksizin reddetti. 2011 yılı içinde görülen duruşmada tüm sanıklar beraat etti. Karar, kamuoyunda büyük tepki uyandırdı. Hayatta kalan kadın, kadın örgütlerinin desteğiyle “takipsizlik kararının kanun yararına bozulması istemi” ile Adalet Bakanlığı’na başvurarak kararı temyize götürdü. Dört yıllık bir mücadele sonrasında sanıklar hakkında yeniden dava açıldı ve kadınların mücadelesi sayesinde tüm sanıkların yargılanmaları sağlandı.
2016’da Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuru yapıldı; ancak karar verilmesi uzun sürdü. AYM, 2021’de, delillerin toplanmaması ve etkin bir soruşturma yapılmaması nedeniyle “mağdurun haklarının ihlal edildiğine” hükmetti. Bu süreç, kadın hareketinin mücadelesiyle daha da güçlendi ve davaya kadın örgütlerinin sahip çıkmasıyla hukuki ve toplumsal bir dönüşüm yaratıldı.
AYM, davada “kötü muamele yasağının ihlal edildiğine” karar verdi ve hayatta kalan kadının avukatlarının manevi tazminat talebini kabul etti. Başvurunun ardından, davada yeniden yargılamaya gerek olmadığı sonucuna varıldı.
Dava, Türkiye’deki kadın örgütlerinin ve feminist hareketlerin cinsel şiddete karşı sürdürdüğü mücadelenin güçlü bir sembolü haline geldi. Yargılama sürecinde, erkek egemen tutumların açığa çıkması, davanın takipçileri için Türkiye’deki erkek egemen hukuk sisteminin bir gerçeği olarak ortaya kondu. Sanıkların savunmaları, hayatta kalan kadını hedef alarak ve onun hayatını sorgulayıp gerçekleştirildi. Ancak, kadın ve LGBTİ+’ların güçlü dayanışması, söz konusu adalet sisteminin sorgulanmasına ve değiştirilmesine yönelik bir hukuk mücadelesi olarak tarihe geçti.
Tarih: Ocak 2025
Katkı sunan: Tuğçe Yılmaz