Skip to content Skip to footer
CİNSEL ŞİDDET KAVRAM TARTIŞMALARI 5:
TÜRCÜLÜK VE CİNSEL ŞİDDET

18 Aralık 2016 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz 5. Kavram tartışmamızda en görünmez cinsel şiddet biçimlerinden biri olan hayvana yönelik cinsel şiddeti türcülük başlığı altında ele alarak, içinde yaşadığımız “modern” dünya, vegan olma, türcü ve cinsiyetçi dil ve görseller ekseninde epeyce geniş ve uzun bir tartışma yürüttük.

(Burada okuyacaklarınız, hayvana yönelik cinsel şiddetle ilgili ilk kez karşılacağınız bilgiler olabilir, kendinizi iyi hissetmez ve okumakta zorlanırsanız, okumayı bırakıp hazır hissettiğinizde geri dönmenizi öneririz.)

Hayvana yönelik cinsel şiddetin farklı biçimleri olduğunu, sadece tecavüzle sınırlı olmadığını, ataerkiden beslenmesinin yanı sıra tür ayrımcılığının da cinsel şiddete nasıl yansıdığını konuştuk. Tartışmamıza “türcülük” ve “cinsel şiddet”in genel tanımlarıyla başladık.

Türcülük: İnsan türünün özde diğer bütün türlerden üstün olduğunu ve bu sebeple his ve duygu sahibi öteki hayvanların insan çıkarı için katledilmesini ve sömürülmesini meşrulaştıran, son derece yaygın bir ayrımcılık biçimidir.

Cinsel şiddet bir güç eylemidir, cinsellikle ilgisi yoktur. Bireyi küçük düşürmek, cezalandırmak, kontrol etmek veya üzerinde otorite-baskı kurmak için cinsel eylemlerin araç olarak kullanılması veya cinselliğine rızası dışında müdahale edilmesidir. Bireyin rızasını yoksayarak/varsayarak/inşa ederek cinsellik içeren bir davranışa zorla maruz bırakmak cinsel şiddettir.

Doğrudan cinsel eylem içermiyormuş gibi görünen, trans bireylere yönelik zorunlu kısırlaştırma, interseks bebeklere yapılan cinsiyet atama ameliyatları, kadınların zorla evlendirilmesi, satılması, iğdiş edilmesi de cinsel şiddettir.

Cinsel şiddet dendiğinde genellikle akla hemen insanın kadın olanına yönelik olan cinsel şiddet geliyor. Biçim olarak ise, tecavüz ilk akla gelen. Kadınlara, LGBTİ+ bireylere ve daha da doğrusu erkek olarak kodlanmayanlara yönelen cinsel şiddet, toplumsal cinsiyet temelli bir şiddettir. Toplumsal güç dengesizliğinin sonucu olarak, erkeğin kadına üstünlüğü bir norm olarak karşımıza çıkıyor. Peki insanın hayvan üzerindeki tahakkümü?

Hayvana yönelen cinsel şiddet de, -doğrudan bir cinsel eylem içersin veya içermesin- insanın iktidarını sağlama alma ve pekiştirme durumundan bağımsız ele alınamaz.

Hayvana yönelen cinsel şiddetin asıl nedeni insanın hayvandan üstün olduğu ve onların bedenleri ve yaşamları üzerinde her türlü hak sahibi olduğu düşüncesine dayanıyor. Erkek olmayan canlılara yönelen cinsel şiddetin cinsiyet ayrımcılığı temelinde ortaya çıktığı gerçeğinden yola çıkarsak, hayvana yönelen cinsel şiddet, hem cinsiyetçilik hem de türcülük temellidir diyebilir miyiz? İkisinin de ortak noktası meşrulaştırılan üstünlük normudur. Bu ayrımcılıklar birbirini besler vaziyette olduğu için, birbirinden ayırmadan ele almak gerekir.

Güç ilişkileri bağlamında mevzuya yaklaştığımızda, erkek olmayan birey, itaat etmek zorunda olan, üzerinde iktidar kurulabilir olarak kodlandığından, iktidar peşinde olan biri için her zaman iktidarını pekiştirmek için bir fırsat olarak görülüyor.

Yani asıl sorunumuz insan ve insanın bir başkası üzerinde iktidar kurma durumu.
İnsan olsun veya olmasın başka bir hayvanın (insan da bir hayvan) beden bütünlüğünü ihlal etme durumu.


Suni tohumlama

Endüstriyel tanımı: Erkek hayvandan alınan spermlerin dişi hayvanların genital kanallarına “hijyenik” koşullarda nakledilerek döllenmesi.
Uygulanışı: Suni tohumlama sırasında, işçi, bir kolunu hareket etmesi engellenmiş ineğin rektumuna sokar, diğer koluyla ucunda boğadan zorla çalınmış sperm* bulunan metal bir çubuğu ineğin vajinasından rahim girişine ulaşana kadar iter. Rektumdaki koluyla bastırarak döllenmenin gerçekleşmesini sağlar.
Suni tohumlama sanıldığı gibi sadece endüstride değil, küçük çiftliklerde ve köylerde de uygulanmaktadır.

Aslında insanların süt tüketmesi için, hayvanların yaşamlarının ve cinsel özgürlüklerinin elinden alınması, tecavüz raflarına bağlanarak sürekli cinsel istismara maruz bırakılması durumudur.

Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin 2016 yılı raporuna göre, Türkiye’de suni tohumlama ile cinsel şiddete maruz kalan kayıtlı hayvan sayısı 2 milyon 979 bin 752 olarak verilere yansımıştır.


Elektro-ejekülasyon

Erkek hayvanların rektumlarına sokulan metal boru şeklindeki alet ile elektrik akımı verilerek uygulanan sperm alma yöntemidir.

Aslında, insanların “hijyenik süt” tüketebilmesi için, hayvanların kendi rızalarıyla üremelerine ve cinselliklerine müdahale edilerek istismar edilmesi durumudur.


Yumurta

Tavuklar, yumurta çiftliklerinde gün ışığı görmeyen daracık kafeslerde yaşamaya zorlanıyor. Hormonlu ve GDO’lu yemlerle beslenerek 45 günde erişkinliğe ulaşan tavuklar yapay aydınlatma ile günde birden fazla yumurta vermeye programlanıyor, hızla yıpranan bedenleri en fazla iki yıl canlı kalabiliyor.

Tavuklar, üretimin devamlılığını sağlamak üzere bir taraftan da sürekli çoğaltıyorlar. Kuluçka süresinin sonunda yumurtadan çıkan civcivleri dişi ve erkek olmak üzere cinsiyetlerine göre ayırıyorlar. Erkek civcivler öğütme makinelerine, çöpe veya satılmak üzere pazara yollanıyor.


Hayvana tecavüz davalarında sanıkların yargılandığı suçlar

– Hayasızca hareketlerde bulunmak
– Haksız yere sahipli bir hayvanı işe yaramayacak hale getirmek
– Sahipli mala zarar vermek
– Malın değerini düşürmek
– Hırsızlık

Yasalarda, hayvana tecavüz “hayvanla cinsel ilişki” olarak geçiyor, toplumda hem ayıp/günah görülüp, hem de “erkek cinselliğini yaşayamıyor kadınlar yüzünden” denilip, hayvana tecavüz normalleştirilirken, tüm suç yine kadınlara yükleniyor.

TARTIŞMA
  • Davalarda hayvanlar mal olarak görüldüğü için failler hırsızlıkla suçlanıyor, zaten hiç bir ceza verilmiyor. Bu topluma baktığımızda şaşırtıcı bir şey değil, hayvanlar köle olarak görülüyor toplumda. Köylerde de suni tohumlama yapılıyor. Bunlar aslında bizim zihnimizde tanımlandırdığımız şeyler. Hayvanlar toplumdaki konumları sebebiyle cinsel ve her türlü şiddete maruz kalıyor. Bazılarımız hayatında hayvanları kullanıyor, bu bize öğretilen bir şey, hayvanlar yenilen, giyilen, kullanılan şeyler olarak öğretiliyor bize. Oysa ki hayvanları kullanmadan yaşamamız mümkün. Bunlar hakkında konuşmadan “hayvanlar cinsel şiddete uğruyor ve sebebi şunlar” demek çok havada kalıyor. Öncelikle kendi hayatlarımızda hayvan kullanımını sonlandırmamız, vegan olmamız gerekiyor.
  • Türler arası iletişim, sadece memeliler arası, hayvanlar arası bir iletişim değil, diğerleriyle de temas halinde olmayı gerektiriyor. Sadece hayvanlara değil, bitkilere ağaçlara yönelik de sömürü var, tarım politikaları da oldukça sorunlu.
  • Bitki ile hayvan aynı kategoride değil, hayvanın yaşamının farkında olan bir kişi olduğunu unutmamamız gerekiyor.
  • Feminist olmak heteroseksizmden muaf olmak, gündelik hayatta üretmemek anlamına gelmiyor. Hayvan kullanımını hayatından çıkaran her veganın türcü olmadığını söyleyemeyiz. “Hayvan kullanımını bıraktım” demek, “erkekliği yendim” demek gibi bir şey. Aramızdaki veganlardan daha fazla vergi veren daha fazla hayvan katliamına sebep olabilir. Seni öldürmeyen vergi hayvanı öldürebilir. Bunu gözönünde bulundurarak, vegan olmanın yanı sıra, bu sistemi vergilerimizle beslemeye de son vermeliyiz.
  • Üremeyi artırmak, üremeyi nitel olarak değiştirmek için yapılan her şey şiddet. Erkekleri askere almak da çok dolaylı da olsa bunun bir parçası. Çünkü, doğuşta atanan cinsiyetin üzerinden karar veriliyor.
  • Şehirler ve içinde olmuş olduğumuz şu binalar bir çok canlının yaşamını yok ederek oluşturduğumuz yerler. Çok ciddi anlamda bir yok etme duygusu söz konusu ve açıkçası bütün buraları yıkmadan bu meselede kesin ve net bir çözüme ulaşamayız. Yaşıyor olduğumuz modern dünyada karşılaştığımız bir gerçeklik var. Zira yaşam tarzımızı değiştirmek bizim elimizde, veganlıkla ilişkimizi de bu noktadan kurarak, elimizden geldiğince –insan dahil- tüm hayvanların özgürlüğü için yapabileceğimizin en iyisini yapabiliriz.
  • Hak temelli mücadele yürütmek istiyorsak, zihnimizde hayvanı nasıl tanımlıyoruz, nerede konumluyoruz, bunları sorguladığımız bir zeminde konuşmaya başlamamız gerekiyor. Toplumda ve dolayısıyla hukukta hayvanlar mal ve kaynak olarak görülüyor, yaşamlarına rızaları dışında müdahale ediliyor oluşu, söz konusu bile edilmiyor. Bu anlayışı ve inanışı kıracak olan ve bunu konuşma zeminini yaratacak olan biziz.
  • Kurban konusunda toplumda çok yaygın bir şekilde “hayvanlar bizim için gönderildiler ve zaten kesilmek istiyorlar” düşüncesi hakim, benzer bir şekilde suni tohumlamaya mazaret üretmek ve tecavüz olduğunu kabul etmemek için, bir çok veteriner hekim dahi “onlar zaten kızgınlıkta, çiftleşme zamanı gelmiş” gibi bahaneler üretiyorlar.
  • Bir sorun var ortada ve vegan olmak bu sorunu çözmeye çalışırken alacağımız bir tavır. Kimliğimiz veya ulaşmamız gereken bir nokta değil, yapmamız gereken bir şey sadece. Önce hayvan kullanımının yanlış olduğunu içselleştirmek gerekiyor, yoksa bir kimlik olarak veganlığını sahiplenmek bunu getirmiyor, meseleyi kendi içimizde dert edinip sorguladığımızda her şey kendiliğinden oluyor, veganlık da kendiliğinden geliyor. Birine herhangi bir sebeple zarar vermemenin sorumluluğunu almamız gerekiyor, vegan olmak da bir sorumluluk. bunu hayatımıza geçirmeli, pratik etmeye başlayarak şiddeti yeniden üretmemek çok önemli.
  • Ekosistemde birbirini kaynak olarak kullanırsın, hayvan da, kadın da, erkek de kaynak. Ama rıza alıyor muyuz birbirimizi kaynak olarak kullanırken? Asıl soru bu olmalı. Hayvanlarda rıza söz konusu olabilir mi? Kadına yönelen cinsel şiddette rıza söz konusu olmadığı için adına cinsel şiddet diyoruz, bu noktadan yola çıkarak tartışabiliriz.
  • Hapishanelerde, okullarda, devlet kurumlarında yaratılan tek tipleştirme ortamı, insanı diğer canlılara karşı duyarsızlaştırıyor. En başta hapishanelere atılan insanların en fakir insanlar olması, sonrasında hapishanelerde varolan tacizi, işkenceyi, hak ihlallerini aslında aynı minvalde bir çok coğrafyada görüyor olmamız tesadüf değil. Hapishane küçük bir sterotip, adaleti ve adaletsizliği buradan anlayabiliriz. Bütün hak gasplarını görmek istiyorsak, hapishanelere ve mezbahalara bakmamız gerekiyor.
  • Hapishanesi olmayanlar topluluklar var, vahşiler mesela. Onların da kendi içlerinde ceza mekanizmaları var tabii ki. Bütün kötü ve rıza dışı davranışlara vahşi deniyor günümüzde, gazetelerde “tam bir vahşet” gibi başlıklar atılıyor.
  • Vahşi dediğimiz zaman emperyalist ya da oryantalist olmayan, olumlayan bir kavram kullanmış oluyoruz. Ama “ilkel”i olumsuz anlamda kullandığımızda, batının başlattığı o aşağılama politikasına dil aracılığıyla sorgulamadan dahil olmuş oluyoruz. Gazeteleri de işin içine katacaksak orada dilin kemiği hiç yok zaten.
  • Tahtacılar da hayvanlardan, bitkilerden rıza alıyorlar, bu onları kesmedikleri anlamına gelmiyor. Şamanlarda ağaç kardeşliği var mesela, bizse modern yaşam içerisinde kaybettiğimiz pratiklerimizi yeniden varetmeye çalışıyoruz. Mobilyalarımızı, giyeceklerimizi, evlerimizi, bütün yaşamımızı sorgulamamız gerekiyor. Bütün bunlar da uygarlık sorunsalıyla birlikte geliyor, vahşilik, ilkellik gibi kavramları tartışmaya açabiliriz.
  • Köylerde mesela insanlar hayvanlara alan açıyorlar, ama insan merkeziyetçi bir algı hakim yine, “burası senin, burası benim” Hayvanlarla anlaşma yapamayız, onların alanlarını işgal ederek, birlikte yaşayabilme yeteneklerimizi kaybettik.
  • Kentte yaşayanlar olarak şu anda primitivist yaşam örneklerini tartışıyor olmamız, bizi bağlam olarak cinsel şiddet ve türcülüğün kentte görünür olma halinden çok uzaklaştırıyor. Dolayısıyla bizim yapabileceklerimizden ziyade genel olarak felsefesini konuşup hatta bir şeyler yapmamaya teşvik edebilecek olumsuz bir yöne doğru itiyormuş gibi geliyor. Bizim türcülüğümüzü ve cinsel şiddet failliğimizi, bizim gerçekliğimizi konuşmak daha faydalı olacak.
  • Ben süt satın aldığımda bir kiralık katil tutuyorum, onlar tecavüz ediyor, ben bu tecavüz sonucunda elde edilen ürünü kullanıyorum. Bu gerçeklerle yüzleşmeye tekrar tekrar ihtiyacımız var. Kent hayatının karmaşasında sistematik olarak duyarsızlaştırıldığımızı kabul edip, öncelikle bu sorumlulukları almayı kabul etmemiz gerekiyor.
  • Hayvan ürünleri kullanmadan yaşamamız mümkün, kendi hayatlarımızda kaçış noktaları yarattığımızda veganlıktan uzaklaşıyoruz. Vegan olduğumuz zaman gıdaya çok daha fazla para harcamamız gerekmiyor, hayatımızdan çıkardığımız hayvan ürünleri yerine alternatiflerini koymak zorunda değiliz. Baklagil, sebze gibi bir çok seçeneğimiz var. Pirinç sütü, badem sütü yapmak da çok pratik ve zaman alan şeyler değil. Hayvanları kullanmamak gerektiğini kafamızda netleştirdiğimizde, herşey zaten çok daha kolay hale geliyor.
  • Rıza çok üretilen ve inşa edilen bir kavram; yer, mekan, kültür üstü bir kavram değil. Burada kadın sünneti çok anormalken, Afrika’daki bir çok kabilede kadın sünneti çok normal. Bu kadınlar isteyerek sünnet oluyorlar, çünkü orada üretilmiş bir rıza var. Erkek sünneti bizim için normalken, başka kültürlerde anormal bir kavramdır, yani orada üretilmemiş bir rızadır. Rıza üzerinden gidebiliriz ama kültürlerimizi ve yaşayış tarzlarımızı işin içine katmak gerekiyor. Bütün bunlar insan için geçerli, hayvan söz konusu olduğunda bir rıza üretimi söz konusu olamaz.
  • İstanbul’da 100 civarında hayvan tecavüz merkezi var, bunlar yanı başımızdaki üniversite laboratuvarları veya süt üretim yerleri. Biz buralara kaçak veya izinli girmeyi, hayvanlara yaşatılanlara doğrudan tanık olmayı, görüntü almayı, yapabiliyorsak bu yerleri sabote etmeyi, engellemeyi de düşünebiliriz. İlk önce tecavüze uğrayanla göz göze gelmek önemli. Veganlık konuşmak olumlu fakat üzerine çıkıp doğrudan biz ne yapabilirizi konuşmalıyız veya bunları yapmıyorsak, bizi sınırlayan şeyi konuşmalıyız.
  • ALF (Animal Liberation Front) var mı Türkiye’de?
  • – ALF diye bir şey yoktur dünyada, iki üç kişinin bir araya gelerek yaptığı eylemin adıdır, genel olarak lideri, grubu yoktur, yapılabilen hayvan kurtarma eylemlerine konan bir isimdir.
  • Rıza konusunda kafamımızı karıştıran bir başka mesele de, evcil hayvanları kısırlaştırmak. Evde besliyorsun, başka bir kediye bakabilecek durumun yok, sahiplendiremiyorsun, üremesini engellemen lazım. Bu bir cinsel şiddet midir mesela?
  • Sokakta yaşayamayacak, bakıma muhtaç kedileri evde bakmak durumundayız. Onun üreme yetisini elinden alma hakkını kendimizde görebiliyoruz. Bu kedinin üreme hakkı tabii ki var, ama kedinin aynı zamanda evden dışarı çıkma hakkı da var. Ama ben buna izin verdiğimde sokakta yaşayamayacağını bile bile onu ölüme göndermiş oluyorum.
  • Herşeyin öyle normalleştirildiği bir yerde yaşıyoruz ki, bir sürü şeyi düşünemeden, şehirde ayağını kaybetmiş bir hayvan üzerinden kısırlaştırmayı konuşuyoruz. Öyle olunca işler iyice sarpa sarıyor, o noktaya gelinceye kadar kabul ettiğimiz bir sürü şey var. İlk adım yabancılaştığımızı farkettiğimiz şeylere bakabilmek, görebilmekle başlıyor. Şehir hayatı içerisinde araba yüzünden ayağını kaybetmiş bir kedinin kısırlaştılmasının doğru olup olmadığını konuşmak zorlaşıyor. Çünkü once arabayı, şehiri işgalimizi, insan olarak ne yaptığımızı konuşmuyoruz. Kısırlaştırma ya da kısırlaştırmama yönünde verilen bir kararda, biri öbüründen daha etik değil. Çünkü koskocaman etik olmayan bir şeyin içerisinde yaşadığımız için, kısırlaştırmayı konuşabileceğimiz bir düzlem kuramamış oluyoruz. Yanı başımızda tecavüze uğrayan hayvanın gözüne henüz bakamadığımız için veya bakmadığımız için. Hiç durmadan zamanla, parayla, kapitalizmle hep bir şeyleri normalleştiriyoruz.
  • Vegan olmak için şiddetle birebir karşılaşmak gerekmiyor. Aslında bu şiddet mekanizmalarına durmadan maruz kalıyoruz, belki hayvanların acısına maruz kalmıyoruz sürekli ama türcü cinsiyetçi reklamlara maruz kalıyoruz. Belki once kendimizi bunlardan korumalıyız.
  • İşkence merkezlerinizi ziyaret etmek çok travmatik olur diyorsanız, demek ki oradaki herşey kayıp gönderge. Mutlu inekler, serbest tavuklar yok orada. Benim için her gün önümüze konan yoğurt da travmatik, çünkü o yogurt, hayvana cinsel şiddet uygulanarak üretiliyor. Hamileliği tam bittiğinde zorla tekrar hamile bırakılıyor. Gözlerden uzak tutulan işkence merkezinin süslenmiş, mutlu inekler reklamıyla kutulandırılmış halini yoğurda bakarak görebiliriz. O yüzden kimin imgeleriyle düşündüğümüz de sorgulamak lazım.
  • Bir kadın olarak “bugün yolda yürürken başıma neler gelecek” diye her sabah düşünürken, aynı şekilde bir yogurt gördüğümde o yogurt oraya gelene kadar hayvanlar neler yaşadı diye düşünmüyorum.
  • Sokaklar, içinde yaşadığımız dünya güvenli olmadığı için, hayvanlar adına karar vermek zorunda kalıyoruz.
  • Foucault okumalarımdan hatırladığım şöyle bir şey var: Konuşabildiğimiz, özneleştiğimiz yerde, iktidar ilişkileri vardır. Dolayısıyla dille işi kılıfına uydurup çok daha uzun sureli bir iktidar ilişkisi yürütülebiliyor. Özne, nesne ayrımı çöküp, dil ortadan kalktığında doğrudan tahakküm başlıyor. İktidar ve tahakkümü ayırıyor Foucault. Kedi konuşamadığı için doğrudan tahakküm uygulayabiliyor insan, konuşabilseydi konuşa konuşa onun rızasını inşa edebilirdi, itaat ettirebilirdi. Neden idam azaldı, çünkü insanların birbirini yöneterek yola getirmesi için daha çok kanun çıkarıldı.
  • Şiddetle yüzleşmek zor gelebiliyor, kendimizi korumaya almak için şiddetten kaçmaya çalışıyoruz, haber izlememek gibi, hayvanların acı çektiği videoları da izlemekten uzaklaşıyoruz. Kendimizi korumaya aldığımızda, değerlerimiz, en başta oturttuğumuz sistem de çökmeye başlıyor. Kendi belirlediğimiz ilkelerimizden uzaklaşmaya başladığımızda, şiddet hiyerarşisi de yapmaya başlıyoruz. Bir ibadet gibi, temizlik gibi, sürekli bir yüzleşme ve hatırlatma sistemi kurmak gerekiyor. Şehir hayatının karmaşasından bir yerden sonra insan değerlerini unutuyor, çünkü her an mezbaha aklında değil, her an yüzleşmiyorsun.
  • Hayvanın alınıp satıldığı, insanın hayvanı kullandığı her yerde, şiddet vardır, cinsel şiddet, fiziksel şiddet veya özgürlüğün kısıtlanması.
  • Köylerde de suni tohumlama yapılıyor, aynı yöntemler kullanılıyor, köylerdeki durum fabrikalardakinden hiç farklı değil. Biraz daha şanslılar sadece, alanları daha geniş. İnek yavrusundan koparılıyor, bir sure yavrusuna süt vermesine izin veriliyor ama yeteri kadar değil. Otlayabileceği alan varsa bile hayvan için değil, etinin güzel olması için izin veriliyor. Hayvanla kurulan ilişki, tamamen etinin, sütünün verimli olması ve iyi gelir getirmesi üzerinden. Büyük süt firmaları, kendi tesislerinde ürettiklerinin yanı sıra sütlerini köylerden de alıyorlar, sanıldığı gibi bir endüstri ve köy ayrımı yok. Köy yumurtası, köy peyniri daha az şiddet içermiyor.
  • Deniyor ki, “memeleri şişiyor, biz sütünü almasak mahvolacak, süt gelmeye devam ediyor, ben o sütü sağmazsam onun için zorluk olacak”
  • Farzedelim ki, hayvanlar köylerde iyi koşullarda yaşıyorlar ama o hayvanların sahipleri var ve onlara bakmalarının bir sebebi var. Yaşamayı ölmemek olarak nitelendirdiğimizde doğru empatiyi kuramıyoruz. İnsanın insana uyguladığı cinsel şiddetin, flört şiddetine, duygusal şiddete varan boyutlarını inceleyebiliyoruz. Ama hayvanlar konusunda ölmediği müddetçe koşulları iyileştirmeye gidiyoruz. Rızayı hangi koşullarda aramalıyız? Cinsel organına bir şey sokmadığın sürece onun rızasını almasam da olur gibi değerlendirmek doğru değil. Koşullar ne kadar iyi olursa olsun, onun istediğini bilmediğin bir şey -istemediği demiyorum- onun rızasını almadan ona bir şeyler veriyorsun ve ondan birşeyler bekliyorsun. Sütü vardı ve bu sütü birikti demek şey gibi, “sen seks işçisisin, herkesle sevişiyorsun, benimle de seviş”, aynı şey değil mi parayı veriyorum gibi bir muhabbet var.
  • Suni tohumlama yönteminin amacı, hayvanları kendi istediğimiz şekilde evrimleştirip daha fazla süt vermelerini sağlamak. Mesela, suni tohumlama ile sürekli hamile bırakılan bir inek yavrusuna 2-3 ay süt verecekse şu anda 6 ay veriyor. Çünkü suni tohumlamayla onun gen haritasını değiştirildi ve 6 ay süt veren bir canlıya dönüştü. Şu anda o sütler kalırsa, sağılmazsa enfeksiyona neden oluyor.
  • Sen annesin ve sütünü yavruna veriyorsun ve bir insan gelip eş zamanlı olarak senin sütünü almaya devam ediyor. Bunu psikolojik adaptasyon olarak değerlendirirsek önceki nesil de buna maruz kalmış oluyor.
  • Genellikle, elektro-ejekülasyon, suni tohumlama gibi yöntemleri yabancı videolarda görüyor, Türkiye’de uygulanmıyormuş gibi düşünülmesine neden oluyor. Oysa ki sadece büyük endüstrilerde değil küçük ölçekli endüstrilerde ve çiftliklerde de bu yöntemler kullanılıyor. O yüzden Türkiye’de de olduğunu belirtmek çok önemli, gerekirse yer belirterek, isim vererek. Çünkü bizde inekler helal kesiliyor anlayışı var, sanki dua okunurken acı çekmiyorlarmış gibi bir inanış hakim.
  • Yününü almak da hayvana tecavüzdür, çünkü bedenine kendi rızası dışında müdahale etmektir.
  • Dil konusu, hayvana yönelik cinsel şiddetin gündelik yaşamımıza yansımasında çok etkili. İnsan-dışı hayvanlar arasında, insana yakınlığı-uzaklığı nedeniyle hiyerarşi yaratılıyor. Medyada kedi- köpek tecavüzleri haber oluyor, suni tohumlama ile tecavüz edilen milyonlarca hayvan gündem olmuyor. Tecavüz rafı gibi kelimeleri daha sık kullanarak dilimize yerleştirmeliyiz. Suni tohumlama, elektro-ejekülasyon gibi tıbbi/teknik terimleri dilimize sokup kullanırken bile, sürekli bunların tecavüz olduğunu, cinsel şiddet olduğunu vurgulamamız gerekiyor, yoksa bu terimler yaşatılan tecavüzü hasır altı etme yöntemi olarak dilimizde varolmaya devam edecek. Çocuk olunca pedofili gündeme geliyor, hayvan olunca zoofili. Hiç bunların güç ilişkileriyle olan bağı sorgulanmıyor. Çok yaygın bir şey “hayvana tecavüz”, ama buna rağmen istatistiklere sıfır yansıyor. Sapık, hasta, zoofili diyerek iteleniyor, normalleştiriliyor ve tartışılamaz bir zemine çekiliyor. Bunun ne sapıklıkla ne de zoofiliyle hiç bir ilgisi yok, tamamen otoritenin hayvan üzerinden tekrar kendini üretmesi.
  • Tecavüz şakası yapmak, biraraya gelip konuşmak, geneleve gitmek gibe şeyler kültürel olarak öğretilen şeyler. Bu kültürel sosyal inşa sürecinde hayvanlara yönelik tecavüzü öğrettikleri ya da teşvik ettikleri bir gerçek. Hayvana tecavüzün bir cezası yok, 526 TL mala zarar veya kabahat cezası sadece.
  • Cinsel şiddetin toplumsal yani topluma yayılan bir şey olmadığını göstermeye çalışarak, failin toplumun dışında kalan “sapıklar” olduğu imajı çiziliyor. Bütün problem bu olayların münferit olmaması, toplumsal ve sistematik olması. Her yerde var. Ev içlerinde sahipli evcil hayvanların ne yaşadığını bilmiyoruz. Kadının, itaat etmesini sağlamak için, cinselliğe zorlamak için, evdeki hayvana tecavüz edenler erkekler olduğunu biliyoruz. Çocuklara veya hayvanlara zarar vermekle tehdit etmek de cinsel şiddetin bir biçimi.
  • Kolombiya’da geleneksel olarak festivallerde erkeklerin ilk cinsel deneyimini herkesin gözü önünde eşeklerle yaşıyor olması, oradaki kültürün bir parçası. Bizde bu anlamda üstü örtülü bir kültür var. Dolayısıyla “sapık” demek ikiyüzlülük; ataerkil sistem sayesinde sadece görünür olanlar yani “yakalananlar” sapık olarak yaftalanmakla kalıyor ama kapalı kapılar ardında milyonlarcası var. Hasta, sapık diyerek patolojik bir hale soktuğumuzda, tüm toplumun hasta olabilir olması ve şiddetin her türünü uygulayabilir hale gelmesi meşru oluyor.
  • Bir yandan da toplumda trajik bir şey değil, duyulduğunda komik bir şeye dönüşmeye başlıyor, üzerine çok espri dönüyor. Mesela haber yaparken gazeteci hayvanın gözüne bant çekiyor. Hayvana tecavüz haberlerinde hayvanın fotoğrafını değil, failin fotoğrafını görmeliyiz. Hayvana şiddet konusunda hak temelli yayıncılık broşürü yapılabilir.
  • Hayvana cinsel şiddetin bir sapkınlık olmadığını şöyle de gösterebiliriz, nasıl ki kadına cinsel şiddet vakalarında her zaman tecavüze maruz kalan kadın, mini etekli dekolteli değil, tecavüz eden adam kürde veya çingeneye yakıştırılan “at hırsızı” imajındaki erkek değil, tecavüze maruz kalınan yer karanlık bir sokak değil, şimdi biliyoruz ki tecavüzcüler genellikle tanımadığımız insanlar değil, en yakınımızdakiler. Aynı şekilde hayvana tecavüz edenlerin de köydeki ergenliğe yeni girmiş genç değil de, herkes, hepimiz olduğunu, köpeğe tecavüzün de, sütün önümüze gelene kadar hayvanlara yaşatılan şiddetin de tüm tahakküm biçimlerine kadar genel bir şey olduğunu, insanlığın aslında bu olduğunu anlatabiliriz. Haberlerde hep canilik olarak geçiyor, ama insanlık tam olarak bu. “Erkek adam mısın? savunmasız kadına saldırıyorsun” derler, tam da “erkek” adam olduğu içindir.

 

Tartışmanın ikinci yarısında, türcü ve cinsiyetçi görselleri inceleyip, eleştirdik.

Öldürülmüş hayvanların bedenlerini yiyecek olan pazarlayan firmaların reklamlarında kadın bedeninin, hayvanın cesedinin yanında “iştahı artırmak amacıyla” sergilendiğini görüyoruz. “Etin Cinsel Politikası” kitabıyla farkına vardığımız kayıp gönderge kavramı, bu reklamlarda da karşımıza çıkıyor. Kadın ve hayvan bedeni bize parçalarına ayrılan ve tüketilmesi gereken nesneler olarak sunuluyor. Bu imajlarla, bir metafor olarak kullanılan bikinili ve bronzlaşmış kadınların, hayvanlar gibi doğrudan kesilmiyor olsa da cinsel açıdan yenebilir olduğu algısı yeniden üretiliyor. Ataerkil kültürde, kadın da, hayvan da zaptedilmesi gereken bedenler olarak görülüyor. Heteroseksüel erkeklere hitap eden bu tür reklamlar, dil ve görüntü aracılığıyla kadını tüketilebilir nesneler olarak hayvanlaştırırken, hayvanı da cinsel obje süsü vererek hem nesneleştirip hem de kadınlaştırıyor. Hayvanlar yenmeyi arzuluyormuş gibi görselleştiriliyorlar. Bu sayede hayvanın o tabağa gelene veya o ambalaja girene kadar yaşadığı sömürü de ‘mutlu inekler, seksi tavuklar vs.’ reklamlarıyla görünmez kılınıyor. Dikkatli baktığımızda hayvan cesedinin cinselleştirilmiş şiddet olarak önümüze sunulduğunu görebiliyoruz.

Toplumda yenebilir olan ve yenebilir olmayan kadın algısı var. Bir ortalık malı olan bir de sahipli olan kadınlar ve hayvanlar ayrımı var. Hukuksal olarak yasalarda da eskiden -tırnak içinde- sahibi olan kadınlarla, sahibi olmayan kadınlara verilen cezalarda fark var. Hala da bu ayrımı görebiliyoruz. Aynı şekilde insan dışı hayvanlar arasında da benzer bir hiyerarşi kuruluyor.

Dilde özellikle, kadının obje olarak ele geçirilmesini hayvan katliamına benzeten bir çok deyim var. Mesela, et kesmek, kız tavlamak anlamına geliyor. Ava çıkmak, balık tutmak gibi çeşitli deyimlerde kadınların hayvanlaştırılması tesadüf değil. Bu deyimlerde, bıçak veya avlanma aleti erkeğin cinsel organını, et de kadın bedenini simgeliyor gibi görünüyor. Penis dışında, silah, bıçak ve araba direksiyonu günümüzde erkeğin iktidar sahibi olması için sahip olması gereken nesneler olarak görülüyor.

Bazı kadın örgütlerinin, kadınların et muamelesi görmesinin kabul edilemez olduğunu anlatmaya çalışırken, -askıdaki bir hayvan cesedine kadın kıyafetleri giydirmesi örneğinde olduğu gibi- kullandıkları dil ve görsel hayvanların maruz kaldığı şiddeti normalleştiriyor. Benzer bir örnek de, kadınların obje olmadığını söylemeye çalışırken; motor, kaymak, şarap, taş gibi objelerin yanına, fil, at ve yılan gibi hayvanların konulması, hayvanların mal ve kaynak olduğuna dair türcü zihniyeti pekiştirmekten öteye gitmiyor.

  • Adbusters diye politik bir eylem tarzı var, reklam bozumu yapıyorlar. Türkiye’de de reklam bozumlar yapıldı, yapılıyor zaman zaman. Daha fazla reklam bozumları yapmamız gerekiyor. Mutlu inekler reklamlarının arkasındaki gerçeklerin ortaya çıkması gerekiyor. Türcü ve cinsiyetçi reklamlara anında tepki koymak çok önemli, kurumsal firmalar dikkat ediyor gelen eleştirilere, reklamlarını çekmek zorunda kalıyorlar.
  • Hayvanın katledildikten sonra kadınlaştırılması, cinselleştirilerek sunulması ve kadının et muamelesi görmesi, aynı ataerkil sistemin sonucu. Her ikisine de karşı çıkmak, aynı zamanda hayvanların et olmasına, sömürülmesine karşı da bir farkındalık yaratacak, farklı mücadeleleri birbirine yakınlaştıracaktır.
  • Feministler et yiyor mesela.. ama bu katliam ve sömürü ne kadar çok ifşa edilirse, et yememeyi, vegan olmayı telkin edecek bilgi de o kadar açığa çıkacak, halihazırdaki hayvana yönelik bakış açısı da değişecektir. Propaganda çok önemli bir eylemlilik, hayvan hakları alanında da, türcü medya takibi ve teşhire yönelik çalışan bir ekip olsa keşke.
  • “Feministler et yememelidir” gibi söylemler de kendi iktidar alanını yaratıyor.
  • Ama bunu parmak sallayarak söylemek zorunda değiliz, nasıl söylediğimiz çok önemli.
  • Yeni doğum yapmış bir kadının memesinden sütünü zorla almak ne kadar kabul edilemezse, dişi bir hayvanın memesinden sütünü almak veya para vererek satın almak aynı şey ve aynı derecede kabul edilemez.
  • Biri “ben feministim” diyorsa bu tutarlılığı göstermek zorunda.
  • Hayvan ürünleri tüketmek de iktidarla ilgili bir şey ve güç ilişkisi. Feminist olan ama aynı zamanda karnist ve eril kadınlar da var. Bir erkek nasıl hayvan haklarını savunup da cinsiyetçi olabiliyorsa, bir kadın da feminist olup türcü olabiliyor.
  • Rahatsız olduğumuz türcü ve cinsiyetçi görsellerin altında yatan şey, hayvanı ve kadını kendi hazzının nesnesi haline getirmeyi düşünen erkek zihniyeti. Erkek iktidar tarafından objeleştirilmeyi reddeden kadınlar, yine aynı iktidar tarafından objeleştirilmiş başka bir canlıyı görebilmeye, gözünün içine bakabilmeye, haklarının farkında olmaya daha yakın olmalılar.
  • Erkek ya da kadın kavramının kullanılıyor, dilde üretiliyor olması çok sıkıntılı. Çünkü erkek ya da kadın değil, erkeklik ya da kadınlık var ya da atanmış cinsiyet ya da eril tavır var. Toplumsal cinsiyet rollerini benimsemiş kadının karşılığı kadınlık. Bizi rahatsız eden de bu -lik, -lık , kadınlık, erkeklik, insanlık.
  • Kadın ve hayvan arasında doğrudan bir ilişki kurulması, doğa ve kadın arasında ilişki kurulması gibi özcü bir yere gidebilir. Feministlerin daha kolay vegan olabilmeleri, dişi hayvanları algılayabilmeleri konusunda kurulan ilişki doğurganlığa bağlanmamalı. Her feminist doğurgan değildir ya da doğurmamayı seçebilir.
  • Atanmış cinsiyeti kadın olanların sürekli kadınlık normlarını üretmesi ve mutlaka çocuk doğurması, hatta en az 3 çocuk doğurması bekleniyor. Hayvanların da üremeleri benzer çıkarcı arzularla kontrol ediliyor ama yaşanılan deneyim aynı değil, aynı ilişkiselliği kuramayız. Hayvanlarla kadınlar arasında cinsiyetleri üzerinden bağ kurmak sorunlu. Çünkü farklılıkları ortadan kaldırmak isteyen bir sistemler bütünlüğü var, ve biz burada cinsiyetçi ve türcü ayrımcılık biçimlerinin içiçe geçmişliğini ve birbirlerinden beslendiği görüyoruz.

 

“Türcülük ve Cinsel Şiddet” tartışmamızdan kavramlar sözlüğüne eklediğimiz kavramlar:

info@cinselsiddetlemucadele.org – +90 542 585 39 90